24 Aralık 2018 Pazartesi
KAPLAN! KAPLAN! / Alfred BESTER
25. yüzyılda geçen bu bilim kurgu roman, sıradan bir uzay gemisi personeli olan Gully Fort'un gemilerinin düşmanlarca vurulmasından sonra tüm zorluklara direnerek yaklaşık altı ay boyunca tek başına kurtarılmasını bekledikten sonra yanından geçip kendisini kurtarmayan Vorga adlı geminin önce kendisinden sonra da mürettebatından intikam almayı takıntı haline getirmesini konu ediniyor.
Kitabın odak noktasını kişinin zihinsel gücünü kullanarak en fazla bin mil uzağa kadar kendisini bir nevi ışınlaması olan "jauntlamak" oluşturuyor.
İnsanlığın uzaya dair bilgisinin günümüze oranla henüz çok sınırlı olduğu (1956 yılı) erken bir zamanda yazılmış bu romanın en büyük başarısı, etkileyici bir şekilde konuya hakimiyet ve bir gizem çözülürken başka bir gizemin ortaya çıkması ve böylelikle romanın sürükleyiciliğinin hiç düşmemesidir. Bu nedenlerle bilim kurgu edebiyatına gönül verenlerle tavsiye ederim.
KASIRGA/ M. Angel ASTURİAS
Ön sözünden bir üçlemenin ilk kitabı olduğunu öğrendiğimiz Kasırga, Guatemalalı yazarın kendi coğrafyasından izler taşıyan bir romandır.
Romanda yalnızca emperyalist bir Amerikan şirketinin sömürüsüne değil sıcak ve sıtma başta olmak üzere salgın hastalıklara da direnen muz tarım işçilerinin yaşadıkları zorluklar anlatılıyor.
Bir John Steinbeck tadı veremese de tarıma kapitalizmin girmesi ve tekelleşmenin yoksul insanları nasıl bir yıkıma götürdüğünü görüyoruz. İsimlerin karmaşıklığı ve olayların dağınık bir zaman zemininde işlenmesi okumayı güçleştiriyor. Örneğin bir önceki sayfada adamın kadınla tanışmasını okurken birden çiftin üçüncü çocuğunun emeklemesine şahit oluyorsunuz.
Son olarak, her ne kadar ben okurken çok keyif aldığımı söyleyemesem de, toplumcu edebiyatı sevenler için tavsiye edilebilecek bir eserdir diyebilirim.
PİÇ / Hakan GÜNDAY
Piç kavramı, gayrimeşru çocuk anlamında değil, hayata tutunamamış ama bir sülük gibi yakınlarına yapışarak asalak bir hayat yaşayan; zamanı, parayı , imkanları ziyan eden ömür törpüsü insanları içeriyor.
Yazar, hayatın rutin eylemlerini (alışveriş yapmak, nefes almak vs) sanki birer aforizmaymış gibi yazmaya çalışmış. Bu da bazen sabrınızı zorlamaya ve sizi yormaya neden oluyor. Ama yine de sayfa 145'teki "Medeniyet duvarla başlar" ile başlayan paragraf üzerinde epey zihinsel bir çaba harcanmış gayet başarılı bir deneme tadında. (Belki de kim bilir bana Le Guin'in Mülksüzler'inin ilk bölümünü hatırlattığı içindir.)
11 Kasım 2018 Pazar
Kendi Kütüphanemden Seçtiklerim
kitaplar beğeni sıralamasına göre değil, kütüphanede karşıma çıktığı sırayla dizilmiştir.
1- Falih Rıfkı ATAY, Çankaya
2- Nihal ATSIZ, Ruh Adam / Bozkurtların Ölümü
3- Yaşar KEMAL, İnce Memed Serisi / Akçasazın Ağaları Serisi
4- Elif ŞAFAK, Araf / Mahrem / Şehrin Aynaları / Bit Palas
5- Oğuz ATAY, Tutunamayanlar / Korkuyu Beklerken
6- Ahmet Taner KIŞLALI, Siyaset Bilimi
7- Muzaffer İZGÜ, Zıkkımın Kökü / Halo Dayı ve İki Öküz
8- Alexandre DUMA, Monte Kristo Kontu / Üç Silahşörler
9- Charles DİCKENS, İki Şehrin Hikayesi / Zor Zamanlar
10- Jack LONDON, Martin Eden
11- Emile ZOLA, Germinal
12- Ernest HEMİNGWAY, Silahlara Veda / Çanlar Kimin İçin Çalıyor
13- TURGENYEV, Babalar Ve Oğullar
14- F.M. DOSTOYEVSKİ, Suç ve Ceza / Karamazov Kardeşler
15- Ahmet ALTAN, Kılıç Yarası Gibi / İsyan Günlerinde Aşk / İçimizde Bir Yer / Kristal Denizaltı
16- Ümit Yaşar OĞUZCAN, Acılar Denizi / Sahibini Arayan Mektuplar
17- Vedat TÜRKALİ, Mavi Karanlık
18- Charles BUKOWSKİ, Factotum
19- john STEİNBECK, Bitmeyen Kavga / Gazap Üzümleri / Sardalya Sokağı / Fareler ve İnsanlar
20- Dan BROWN, Da Vinci Şifresi
21- Feride ÇİÇEKOĞLU, Uçurtmayı Vurmasınlar
22- Ken KESEY, Guguk Kuşu
23- Jaraslaw HAŞEK, Kahraman Asker Şvayk
24- Ursula K. LE GUİN, Mülksüzler
25- Agatha CRİSTİE, On Küçük Zenci
26- TREVANİAN, Şibumi
27- N.H. KLEİNBAUM, Ölü Ozanlar Derneği
28- Gregory David ROBERTS, Shantaram
29- İhsan Oktay ANAR, Bütün Eserleri
30- John LLOYD-John MİTCHİNSON, Cahillikler Kitabı
31- Tamer KORUGAN, Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi 1-2
32- Uğur MUMCU, Kürt Dosyası / Söz Meclisten İçeri
33- Pablo NERUDA, Yaşadığımı İtiraf Ediyorum
34- Forrest CARTER, Küçük Ağacın Eğitimi
35- Oriana FALLACİ, Doğmamış Çocuğa Mektup
36- MACHİAVELLİ, Prens ( Hükümdar)
37- Tom ROBBİNS, Parfümün Dansı
38- Jose SARAMAGO, Körlük
39- Costas MOURSELAS, Kızıla Boyalı Saçlar
40- Nikos KAZANCAKİS, Zorba
41- Nazım Hikmet RAN, Memleketimden İnsan Manzaraları
42- Orhan PAMUK, Benim Adım Kırmızı / Cevdet Bey ve Oğulları
43- Cengiz AYTMATOV, Selvi Boylum Al Yazmalım
44- Gabriel Garcia MARQUEZ, Yüzyıllık Yalnızlık
45- Jose Mauro De VASCONCELOS, Şeker Portakalı
46- Aleksandre Sergeyeviç PUŞKİN, Gizli Günceü
47- Oscar WİLDE, Dorian Grey'in Portresi / Teleny
48- J. R. R. TOLKİEN, Hobbit / Yüzüklerin Efendisi
49- Gaston LEROUX, Operadaki Hayalet
50- FUZULİ, Leyla ve Mecnun
51- Wilhelm REİCH, Dinle Küçük Adam
52- Nevval El SAADAVİ, Havva'nın Örtülü Yüzü
53- Sigmund FREUD, Cinsellik Üzerine / Totem ve Tabu / Günlük Yaşamın Psikopatalojisi
54- Denis GUEDJ, Papağan Teoremi
55- Filibeli Ahmet HİLMİ- Amak-ı Hayal
56- Şirazı SADİ, Gülistan
57- Bülent SOMAY, Bir Şeyler Eksik
58- Sabahattin ALİ, Kürk Mantolu Madonna
59- Anthony BURGESS Otomatik Portakal
60- Stanislaw LEM, Solaris
61- Metin Kaçan, Ağır Roman
62- J. D. SALINGER, Çavdar Tarlasında Çocuklar
Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Barış BIÇAKÇI
Çok yakın iki arkadaşın yanlarına taşınan bir kıza, birbirlerinden habersizce, duydukları karşılıksız aşkı anlatan bu hikayede Ender adındaki anlatıcımız iki yıl öncesinde yaşananları diğer aşık Çetin'e anlatırcasına bize aktarıyor.
Ankara'da yaşanan bu karşılıksız aşk üçgeninde yazarın bence en büyük başarısı aşkın bile bozamadığı bir arkadaşlığın var olabileceğine bizi inandırabilmesidir.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku / İlhami ALGÖR
Sosyal medyada neredeyse her cümlesi paylaşılan günümüzün en popüler kitaplarından biri olan " Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" sanki bir şizofrenin anılarıyla halüsilasyonlarının harmanlanarak ve yer yer cansız varlıkların da konuşturularak anlatıldığı bir geride bırakılma/ terkedilme anlatısıdır.
Belki ironisinin bolluğundan belki karakterin kendi kendine konuşmasından bana Oğuz Atay'ın tarzını anımsattı.
Cümlelerin devrikliği, düzensizliği hızlı okumayı engelliyor. Kim bilir yazar belki de her satırın hakkını verelim, açgözlülükle bu kısa hikayeyi hemen bitirmeyelim diye özellikle böyle kasisli bir yol misali yazma gereği duymuştur.
EBEDİ KOCA/ DOSTOYEVSKİ
Bohem bir hayat sürmüş olan Valçaninov'un 9 yıl önce karısıyla ilişki yaşamış olduğu Pavel Pavloviç ile Peterburg'ta karşılaşmasıyla başlayan olaylar anlatılıyor. Valçaninov bu yasak aşktan bir kızı olduğunu öğrenir. Bunun hayatını bir düzene sokmasını ve hayatına bir anlam katmasını beklerken gelişen olaylar, Valçaninov'un aldığı kararları sekteye uğratır.
Dostoyevski, insan ruhunu en gizli, en utanılası yönlerini kelimelere dökmekte; aşağılanmaktan alınan o rezil hazzı, zaafların karakterlerimizi belirleyen en etkili unsurlardan biri olduğunu anlatmakta yine ustalığını göstermiş.
20 Ekim 2018 Cumartesi
BAŞLANGIÇ / Dan BROWN
Bu kitabı bitirdikten sonra bir zamanlar okuduğum ve çok beğendiğim Da Vinci Şifresi'ni yeniden okuyormuşum gibi hissettim. Ama bu bende bir memnuniyet yaratmadı. Çünkü Dan Brown adeta kendinden intihal yapmış. Yer ve zaman değişse de iki romanın da kurgusu/ çatısı tamamen aynıymışçasına benzer.
Hatırlayalım; Da Vinci Şifresi'nde Hıristiyanlığı sarsacak bir sır vardı. Hikaye müzede bulunan bir ceset ile başlıyordu. yardım istenen simge bilimci profesör bir anda şüpheli durumuna düşüyor ve o gün tanıştığı bir kadınla hem polisten hem de gerçek katilden kaçmak zorunda kalıyordu.
"Dini koruma" güdüsünde, gizemli bir otorite ile onun yönlendirdiği sadık bir katil, bu sırrı açığa çıkaracak sirkeli bir muhafaza içindeki parşömen kağıda yazılı şifreyi ele geçirmek için çabalıyordu. Lakin simge bilimci profesör ve yanındaki kadın hem katilden kurtuluyor hem de sırrı açığa çıkarıyorlardı.
Şimdi tek tek benzerlikleri ele alırsak;
*Da Vinci Şifresi'ndeki Louvre Müzesi cinayeti ile Başlangıç'taki Modern Sanat Müzesindeki cinayeti
*Da Vinci Şifresi'ndeki hristiyanlığı sarsacak keşif ile Başlangıçtaki tüm semavi dinleri sarsacak keşif
*Da Vinci Şifresi'ndeki Opus Dei Tarikatı ile Başlangıçtaki Malvarian mezhebinin hristanlığı koruma çabası
*Da Vinci Şifresi'ndeki Silas adlı katil ile Başlangıçtaki Amiral Louis Avila'nın üstlendikleri profesörü öldürme ve sırrın keşfini engelleme rolü
*Her iki romanda da hem polisten hem de katilden kaçış
*Da Vinci Şifresi'ndeki "öğretmen" adlı üst akıl Başlangıçtaki "naip" in katilleri yönlendirişi
*Da Vinci Şifresi'ndeki sirkeli kap içindeki parşömene yazılı şifre ile Başlançtaki cep telefonundaki 47 haneli şifre
29 Eylül 2018 Cumartesi
SERENAD / ZÜLFÜ LİVANELİ
SERENAD / ZÜLFÜ LİVANELİ
Öncelikle eğer hala Seranad'ı okumadıysanız sizi uyarmam gereken bir konu var. Elinde büyüteç; yazar hatası arayan bir okur değilim ama okurken sürekli not almam gereken durumlarla karşılaştım. Bunları atlamamak adına bu blogda yazmaya başladığımdan beri ilk defa sayfa numaraları vererek, maddeler halinde bu notları sizlere aktarıyorum. Bu nedenle kitaptan önce benim yazdıklarımı okursanız içeriğe dair birçok şeyi öğrenip okuma heyecanınızı zedeleyebilirsiniz.
İşte o notlar;
* Livaneli'nin daha önce okuduğum kitaplarında da dikkatimi çekmişti. Birinci tekil şahıs ağzıyla yazdığı romanlarda ya daha doğal gözüksün (ki zannetmiyorum) ya da acemilik kendisinde değil de canlandırdığı karakterde gözüksün isteğiyle "ben bir edebiyatçı değilim" söylemi yine karşımıza çıkıyor. (sayfa 31)
* Olay örgüsü geçmişe dönük/hatırlama şeklinde anlatılıyor. Geçmiş zaman anlatılırken şimdiki zaman tazeliğiyle duygular dile getiriliyor. "A, gelmişiz bile" (sayfa 35)
* Anlatım bozukluğu olacak kadar yalınlıktan uzak ifadeler var. (sayfa 65'te "kirpiklerime rimel, dudaklarıma da biraz ruj sürdüm") [bunlar başka nerelere sürülebilir ki?] Kitabın sonunda güya daha doğal görünsün diye "dil ve imla yanlışlarının düzeltilmesine gerek yok" açıklaması (yani profesyonel bir acemilik) bu durumu düzeltmeye yetmiyor.
* Mantıksal bir aksaklık da var. Maya çalıştığı İstanbul Üniversitesinde 1930'larda Hitlerden kaçarak görev alan yahudi bilim insanlarına dair yarım yamalak bir şeyler bilirken, Romalı Cicero'nun bir zamanlar Klikya'da (Çukurova ve civarı) valilik yaptığını çok net biliyor.
* Maya'nın babaannesinin bir sırrı var. İstihbarat örgütü bu sırrı ifşa etmekle ve Maya'yı işten (memuriyetten) attırmakla tehdit ediyor ama Maya'nın ağabeyi Necdet orduda istihbarat subayı. Maya'nın basit memuriyeti bile tehdit altındayken ağabeyi nasıl istihbaratçı olabilir? (sayfa 79)
*Uçakta yazan birisi yaklaşık bir sayfa boyunca nasıl çay demleyip sucuklu yumurta yaptığını (sanki ana konu oymuşcasına) ayrıntılı bir biçimde kopyala yapıştır şeklinde bile olsa yazar mı? (sayfa 132-133) Ya da AVMde sezon sonu ürünleri daha ucuza ve 12 taksitle alışını, kafeye gidip aldığı kitabı okurken sipariş ettiği kahve ve sandviçin gelişini (ki olay örgüsünde sanki çok önemli bir yere sahipmiş gibi!) yazar mı? (sayfa212-213)
* Sayfa 279'da Max'ın ve Nadia'nın hikayesini anlatırken parantez içinde anlatıcının (Maya'nın) araya girmesi ve kendisini tanıtması yersiz ve gereksiz olmuş. Nitekim Maya olduğunu söylemese de kendi eski kocası, sevgilisi ve oğlundan bahsettiği için anlardık.
* Sayfa 331'de 15.bölümün başında yazarın "profesyonel yazar olmama" bahanesinin arkasına gene sığınarak yaptığı "Maximilan ile Nadia'nın yürek burkan hikayesi"ne dair açıklamada "doğu edebiyatında...Feridüddin-i Attar'da, Binbir Gece Masallarında, Mesnevi'de hem kitabın bir parçası olan hem de bağımsız olarak okunabilen bölümler yerleştirmek çok yaygındır." demesi okuyucuya hakarettir. "Ben yazıyorum ama bunlar anlamaz, boşa yazmış olmayayım" demekten başka bir şey değil.
* Yazar ne kadar çok okuduğunu, araştırdığını kanıtlamak istercesine yerli yersiz birçok yazardan, edebi ve mimari eserden bahsediyor. (örneğin sayfa 333'te Erich Averbach'ın Walter Benjamin'e yazdığı mektupları okuduğunu araya sıkıştırmasının ya da sayfa 367'de Claude Levi-Strauss'un yazının icadına dair getirdiği "yazının insanlığı gerilettiği" tezinden bahsedilmesinin başka ne gereği olabilir ki!)
* 16. bölümde gazateye çıkan " skandal" çok abartılı durmuş. Göz önünde olmayan, kimsenin önemsemediği, kimseyle örneğin bir iş adamı, siyasetçi vs. ile bir bağı olmayan bir kadının cinsel hayatı gazetelere çıkacak, rektörü veya üniversite yönetimini anlatıldığı gibi meşgul edecek kadar dikkat çeker mi?
* 17.bölümde gazete haberi ile ilgili olarak aklıma takılan bir nokta var. Türkiye'de tek bir gazete mi var? Haberi bir gazete yapıyor, Maya'nın röportajı için aynı gazeteden bir muhabir geliyor, kapıcının sepete bıraktığı da yine aynı gazete... Herhangi bir gazete adı vermekten çekinen Livaneli nedense bir kargo şirketinin adını saklama gereği duymuyor. Neden? (sayfa 438)
* Ve son olarak şunu sormadan yapamayacağım. Yaklaşık 60 yıl önce içindeki mültecilerle birlikte batırılmış ve kimin, ne için batırdığı gibi hakkında her türlü bilgiye ulaşılmış bir gemi için İstanbul'a gelen bir hukukçuya Türk, İngiliz ve Rus istihbaratları neden bu kadar ilgi duyar ki? Profesör Max'ın ortaya çıkarıp da ilgili hükümetleri zora düşüreceği, bilinmeyen gizli saklı ne kalmış ki!
Hiç büyülenmediğime emin olabilirsiniz. Hele ki kitabın sonunda yer alan doğu klasiği zorlaması Azrailli kısmın eğretiliğini gördükten sonra...
HİPPİ/ PAULA COELHO / CAN YAYINLARI
HİPPİ/ PAULA COELHO / CAN YAYINLARI
Coelho'nun daha önce Brida adlı romanını okumuştum. Yanlış hatırlamıyorsam fantastik olma iddiası olmamasına rağmen günümüz dünyasında cadılık ve büyücülük üzerine bir kitaptı. Ateşin başında çıplak toplu danslar gibi ritüeller anlatılıyordu. İşin ilginç yanı kitabın başında anlatılan ritüellerin denenmemesi gibi bir uyarı da vardı. Bitirdiğimde aklımda kalan tek soru şuydu: bu kadar saçma kabul edilecek ölçüde boş yazan bir yazarın Türkiye'de bu denli çok tutulmasın nedeni nedir? Verebildiğim tek yanıt ( burnu büyüklük olarak algılanmazsa eğer) genel okuyucu kitlesinin niteliksizliğiydi.
Bu nedenle Hippi'yi okumaya başlamadan önce kitaba dair bir önyargım vardı. Üçüncü tekil şahıs ağzıyla anlatılmış olsa da yer yer otobiyografik kesitler niteliğindeki bu eserde Coelho, Brezilya'dan İstanbul'a kadar geçecek yolculuğunu anlatıyor.
Hippilere karşı uluslararası nitelikteki önyargıları başarılı bir biçimde anlatsa da hippiliğin amacını, felsefesini, muhalefetini, "çiçek gücünü" ve "aşk çocukları"nı anlatmakta yetersiz kaldığını söyleyebilirim. Kendi anılarına yoğunlaşa da o dönemi yaşamamış biz yeni nesil okuyucuların merakını kamçılamasını, bizde en azından hippiliğe dair başka bir şeyler okuma azmi oluşturmasını beklerdim.
Son olarak diyebilirim ki okuyunca çok şey kazanmayacağınız; okumayınca da çok şey kaybetmeyeceğiniz bir kitap.
ERKEKLERİN HİKAYELERİ ( MURATHAN MUNGAN'IN SEÇTİKLERİYLE) / METİS
ERKEKLERİN HİKAYELERİ ( MURATHAN MUNGAN'IN SEÇTİKLERİYLE) / METİS
Murathan Mungan on altı erkek yazardan seçtiği öykülerden bir derleme yapmış. Bu kitaba "bu da erkeklerin hikayeleri" ya da "bir de erkeklerden dinleyelim bakalım" veya "erkek yazarların hikayeleri" adlarının da verilebileceğini söylemiş. Oysa bende uyandırdığı izlenime bakılırsa "erkeklerin hüzünlü hikayeleri" demek daha doğru olurdu. Zira hikayelerdeki erkek karekterler bende bir acıma duygusu oluşturdu. Mutsuz erkekler.
Bu on altı yazarlardan maalesef şu ana değin yalnızca üç tanesini okumuş olduğumu fark ettim. (Henry Miller, Charles Bukowski ve Ernest Heminway) Diğerleri içerisinde en çok etkilendiğim Cesare Pavese oldu. Bir erkeğin kendisine bile itiraf etmeyi istemeyeceği karanlık yönlerini, zayıflıklarını, bencilliklerini çok iyi tahlil etmiş.
Bu tür seçkilerin en güzel yanı size yeni yazarlar keşfetme imkanı sunması. Bu yönüyle okuma listenize alabilirsiniz.
9 Haziran 2018 Cumartesi
AĞIR ROMAN / METİN KAÇAN
AĞIR ROMAN / METİN KAÇAN
Bazı kitaplar vardır tek solukta, tek yudumda okunur. Ağır Roman da işte onlardan biri. Bir yandan hemen bitirme isteği bir yandan hiç bitmesin isteği... Son zamanlarda Türk edebiyatından okuduğum en iyi kitaplardan biri.
Kendisine has bir sokak jargonuyla adeta Anthony Burgess'e parmak ısırtacak denli profesyonelce yazılmış bir eser desem çok da mübalağa etmiş olmam sanırım.
Toplumun her çeşit "öteki"lerinin yaşadığı, nekrofillilikten zoofililiğe, hırsızlıktan fuhuşa, dilendirilmek için kaçırılan çocukların uzuvlarının kesilmesine kadar her çeşit kötülüğün yaşandığı Kolera Sokağı'nda Kayseri'den gelmiş bir ailenin Gıli Gıli lakaplı Salih adlı oğulunun yaşamı anlatılıyor. Babasının berber dükkanında çıraklık yaparken evden kaçan, "bitirim"ler dünyasına girip hızla yükselen bu oje bağımlısı ergenin öyküsü bence Türk yeraltı edebiyatının en iyi örneklerindendir.
SAVAŞ SANATI / SUN TSU
SAVAŞ SANATI / SUN TSU
Her ne kadar "savaş" ve "sanat" kavramlarını bir arada algılamakta zorlansam da, yaklaşık bin yıllık tarihi olan bu eserin yalnızca askerlikte değil; siyasette, iktisatta ve şirket yönetiminde referans bir niteliğe sahip olduğu bilinmektedir. Zira saydığım bütün bu alanlar hayatı bir çatışma sahası olarak görürler.
Sun Tsu, amacı ve bu amacı gerçekleştirmeye yarayan yolları (strateji ve taktikleri) bin yıl öncesinin teknolojik şartlarında yazmış olsa da insan doğasının temel sosyal güdülerini ve zaaflarını (açgözlülük, korkaklık gibi) dile getirdiği için eserinde önemini yitirmeyen tavsiyeleri sıkça görürüz. Yine de okumam gereken bir kitap olduğu bilinciyle okuduğum ama okurken hiç keyif almadığım bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK / JOHN BOYNE
ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK / JOHN BOYNE
Kendinizce birtakım doğrular, kalıplar bularak bunlara uymayan etnik kökenleri, dünya görüşlerini, cinsel yönelimleri toplum mühendisliği yaparak yok etmek... Faşizm... İnsan türünün icat ettiği en büyük kötülük.
II. Dünya Savaşı sürerken dokuz yaşındaki Bruno'nun ablası, annesi ve babasıyla çok sevdiği Berlin'den babasının bir toplama kampına kumandan olarak atanması ve Polonya'ya taşınmalarıyla başlayan bu hikaye bir çocuğun saflığıyla faşizmin vahşiliğini sergiliyor.
Ablasıyla geçinemeyen ve toplama kampı yakınındaki yeni evlerinde hiç arkadaşı olmayan Bruno, kendisiyle aynı gün doğmuş olan ve kamp tellerinin öte tarafında yer alan Shmuel ile arkadaş olur.
Yüreğiniz burkularak okuyacağınız bu hikayede yazar John Boyne okura bir çocuğun iyi niyet ve saflığı çerçevesinden dünyada olup biteni göstermeyi başarmış. Bu kitabı okurken aklıma Jaroslav Hasek'in Aslan Asker Şvayk adlı kitabı geldi. Orada da Hasek militarizmin açıklarını, mantıksızlığını I. Dünya Savaşı'nda askere alınan bir geri zekalının gözüyle bir hayli eğlenceli biçimde ortaya koyuyordu. Bazen "akıllı yetişkinler" olarak göremediklerimizi çocukların ya da aptalların gözünden görmek daha öğretici oluyor, sanırım.
BİR ÇİFT YÜREK,MARLO MORGAN
BİR ÇİFT YÜREK,MARLO MORGAN
Amerikalı bir doktor uzmanlığı olan önleyici tıp konusunda çalışmak için Avustralya'ya gider. Burada topluma bir türlü tutunamayan melez Aborjinlere yardımcı olur. Bu gönüllü çabası sonucu kendilerine "Gerçek İnsanlar" diyen ve hükümetçe henüz denetim altına alınamamış bir aborjin kabilesi tarafından bir geziye dahil edilir. Öyle ki bu gezi sırasında Avustralya zorlu çöl yaşamına rağmen yaya olarak bir baştan bir başa kat edilecektir.
Bir Çift Yürek genel olarak şehir hayatından ve tüketim kültüründen doğaya ve yalnızca ihtiyacın kadarını aldığın, tok gözlü, paylaşımcı bir hayata uyum sürecinin anlatıldığı bir kitaptır.
Kitap boyunca doğanın bir parçası olduğunu hiç unutmayan aborjinler ile varlık amacından sapmış, yozlaşmış "mutant" denilen beyaz insanın yaşam felsefeleri karşılaştırılmıştır.
Gerçek İnsanlar, doğu mistisizmindeki ya da tasavvuftaki vahdet-i vücuda benzer bir tanrısal bütünlüğe inanmaktadır. Öyle ki bu tanrısal bütünlük "birdir, saftır, sevgidir, enerjidir, sonsuzdur, yargılamayan ama niyet ve duyguları hissedendir."
Maddi dünyadan kaçış, hırs, açgözlülük, bencillik gibi duygulardan arınma, doğayla mücadele eden değil doğayla uyum içerisinde yaşama hayalleri kuran kişilerin bu kitabı severek okuyacağına inanıyorum.
SİNEKLERİN TANRISI,WILLIAM GOLDING
SİNEKLERİN TANRISI,WILLIAM GOLDING
" Güç yozlaşır. Mutlak güç mutlaka yozlaşır." Lord Acton'ın kendisine siyaset biliminde ün kazandıran bu özdeyişini kanıtlarcasına yazılmış bir roman, diyebilirim. Kontrolsüz ve sorumsuz bir gücün yapabileceklerinin, bir nükleer savaş sırasında altı ila on iki yaş arası bir grup çocuğun uçaklarının vurulması sonucu bir mercan adasına düşmeleri üzerinden anlatıldığı bir hikayedir. İki alfa karakterin (Ralph ve Jack) başını çektiği hiziplerin iktidar mücadelesinde Ralph çok fazla zekaya dayalı olmasa da sağduyunun; Jack ise zorbalığa varan yönetme isteğinin temsilcileridir. Bu çatışma ortamında Ralph'in en büyük dayanağı ve akıl hocası olan Domuzcuk ile ikizler ve geçirdiği krizler sonucu sıkça bayılan, mistik ögelere sahip Simon da yan karakterler olarak karşımıza çıkar.
Yin Yang' ta olduğu gibi zıt tarafların kendi içlerinde diğerinin özelliklerini taşımasına benzer şekilde Jack ve Ralph'in iktidar savaşında tam bir iyi ya da haklı bulmak kolay olmayabilir. Ralph'in adadan kurtulma, medeniyete dönme çabasına karşılık Jack'in avcılığa dayalı hayatta kalma mücadelesi ortak bir paydada buluşamıyor. Herkesin kendisininkinin en iyisi olduğunu düşündüğü siyasal tercihlerin toplumsal çizgilerle sınırlandırılmadığında nasıl birer Leviathan'a dönüşeceğinin alegorik bir anlatısı olarak değerlendirilebilecek bu Soğuk Savaş dönemi klasik eseri okumakta yarar var diyebilirim.
19 Mayıs 2018 Cumartesi
CEHENNEM ÇİÇEĞİ,ALPER CANIGÜZ
CEHENNEM ÇİÇEĞİ,ALPER CANIGÜZ
Okuma yazmayı babasından öğrenmiş ve hikâyeden anladığımız kadarıyla tonlarca kitap okumuş Alper Kamu(Camus?) adlı beş yaşındaki bir çocuğun mahallede işlenen bir cinayetin ve yarım kalmış,eski bir aşkın gizemlerini çözdüğü ,çok da inandırıcı olmayan,bir macerasıdır.
Okuması keyifli,ironisi bol ve iyi kurgulanmış bir hikâyedir.Nasıl ki sporda aynı kası çalıştırmaya yönelik iki zor hareketin arasında farklı bir kas için başka bir hareketin yapılmasına ''aktif dinlenme''deniyorsa zor kitapların arasında yer alabilecek ''aktif dinlenme''lik bir kitap diyebilirim.
HAMLET,WILLIAM SHAKESPEARE
HAMLET,WILLIAM SHAKESPEARE
Hamlet'i okuyana kadar piyes okumanın son derece sıkıcı olduğunu düşünürdüm.Zira olaylar akmaz,yazar da okuyucuya sürekli ''şöyle olur,şu sahneye girer,öbürü çıkar,şunu yapar-bunu yapar'' şeklindeki geniş zaman ve emir kipleriyle dolu komutlar verir gibi gelirdi.Bu nedenle hep seyretmeyi tercih etmişimdir.Ama Hamlet'i okurken şunu fark ettim : Her kelimenin tadını çıkarmak,anladığın hâlde bir şeyleri kaçırma korkusu olmadan aynı güzel ifadeyi defalarca okumak seyretme keyfinin üstünlüğünü alt ediyor.
Her şeye rağmen yaşamak mı yoksa herkesin elbirliği ile çirkinleştirdiği bu dünyadan kaçıp ölüme mi sığınmak daha iyidir?Kesinlikle okunmalı.
MEYHANE/EMILE ZOLA
MEYHANE/EMILE ZOLA
Fransız sosyalist yazar Zola, Jarvez adındaki talihsiz bir genç kadının hayatına giren erkekler üzerinden ezilen sınıfların canlı bir panoramasını çizmiş.Bir gelecek güvencesi olmayan,
hayata ve kendilerine yabancılaşmış insanların alkol batağına saplanıp birbirleri için cehennem hâline getirdikleri bir dünyanın anlatıldığı bu roman her ne kadar Germinal kadar etkileyici ya da sınıfsal bir karekter taşımasa da okunabilir.
Bu kitaptaki talihsizliğim daha iyi bir yayınevinden okumayışım oldu.Çeviri her ne kadar idare ederse de yazım hataları sinir bozucu olacak boyutlarda.
30 Nisan 2018 Pazartesi
ZAR ADAM / LUKE RHINEHART
ZAR ADAM / LUKE RHINEHART
Gündelik hayatı rutininden sıkılmış Luke Rhınehart adlı bir psikiyatrin bir gece alacağı kararlar için,yazı tura atmak misali,zar atmayı akıl etmesi üzerine kurgulanmış bir kitaptır.Başka bir ifade ile yapabileceklerini numaralandırıp zarda gelen sayıyı kayıtsız şartsız yerine getirme zorunluluğunun zamanla bir doktrin veya dine dönüşmesidir.
Yer yer birinci tekil şahıs ağzıyla yer yer üçüncü tekil şahıs ağzıyla yazılan,arada bir rapor ya da tutanaklar eklenmiş ve İncilvari Zar Kitabından alıntılarla oluşturulmuş bu kitabı gereğinden fazla uzatılmış buldum.Kapağındaki son derece övgü dolu sözlere rağmen benim için '' okunmasa da olur''kitaplar kategorisindedir.
EDGAR ALLAN POE,BÜTÜN ÖYKÜLERİ
EDGAR ALLAN POE,BÜTÜN ÖYKÜLERİ
Kitabın kapağında da belirtildiği gibi Poe ;korku,gerilim,fantastik kurmaca ve polisiye gibi birçok edebi türde,hem de kırk yıllık yaşamında,çok önemli eserler vermeyi başarmış bir yazardır.
Birinci ciltte;Dehşet Öyküleri,Gizemli Öyküler ve Dedektif Öyküleri ile Politik ve Edebi Taşlamalar şeklinde üç ana başlık altında kırk bir öykü toplanmıştır.
Bunlardan Dehşet Öykülerinde genelde geçirilen bir felç veya kriz sonrasında ölü sanılarak diri diri gömülen karakterlerin anlatıldığı gotik unsurlara sıkça rastlanıyor.Bu bölümde benim sevdiğim ya da dikkat çekici bulduğum hikâyeler '' Kara Kedi'',''Kuyu ve Sarkaç''tır.
Gizemli Öyküler ve Dedektif Öykülerinde ise ''Morgue Sokağı Cinayeti ''ve ''Altın Böcek'' en sevdiğim öykülerden/kurgulardan oldu.
Politik ve edebi taşlamalar ise okuma akışımın en çok düştüğü bölümdü.Zamanın edebi atmosferine yabancı olan herkes sanırım bu kısımda biraz sıkılıyordur.Diğer yandan bu kitabı okuyacaklara nacizane bir önerim olacaktır:Bir seferde okumaya çalışmak yerine araya farklı kitaplar koyarak hikâye hikâye şeklinde okumak daha keyifli gelebilir.
Son olarak kitabın çevirisi ve dipnot açıklamaları bakımından Hasan Fehmi NEMLİ'yi gerçekten çok başarılı buldum.Ciddi bir birikim,emek ve sabrın meyvesi olan bu çeviri de Poe'nun hayatı ve çağdaşı olaylar ile kitabın son kısmındaki '' meraklısına notlar'' şeklinde hikâyelerin arka planına bakıldığı kısımların kitaba eklenmesi de gayet güzel olmuş.
19 Nisan 2018 Perşembe
GÜLÜN ADI / UMBERTO ECO
- UMBERTO ECO
Umberto Eco Orta Çağ Avrupası denilince akla gelen ilk mikro tarihçi ve yazarlardandır şüphesiz.Gülün Adı ise onun yalnızca Türkiye'de değil tüm dünyada en çok bilinen eseridir.
Bir Fransisken rahibi olan Baskervileli William'ın(çok iyi eğitim almış,din adamı olmasına rağmen son derece rasyonel ve vicdan sahibi zeki biridir)yanında çömez olarak bulunan Adso'nun ihtiyarlığında yazdığı anılar olarak karşımıza çıkan bu eserde;en temel anlatı 14.yüzyıl İtalyasında bir manastırda yaşanan gizemli ölümlerdir.Arka planda ise İsa'nın mülksüzlüğü/fakirliği üzerinden Katolik Kilisesi ve kilisenin gücünü kırmayı amaçlayan imparatorun çekişmeleri yer alır.
Gülün Adı her ne kadar Hristiyan tarikatlarına dair verilen ve çoğu zaman anlaşılmayan ya da hemen unutulan bilgiler ile sık sık dipnot okumanızı gerektiren Latince ifadeler;manastırın özellikle labirent biçimindeki kütüphanesinin tasvirleri okumayı zorlaştırsa da güçlü bir polisiye örneğidir.Diğer yandan ise Gülün Adı bilginin güç olduğu, gücün ise paylaşılmak istenmediği bir dönemde otoritesini dogmatizmle besleyen kilisenin keyifli bir anlatısıdır.
SACHER MASOCH'UN TAKDİMİ GILLES DELEUZE ve KÜRKLÜ VENÜS /LEOPOLD VON SACHER -MASOCH
SACHER MASOCH'UN TAKDİMİ
GILLES DELEUZE ve KÜRKLÜ VENÜS /LEOPOLD VON SACHER -MASOCH
Edebiyat tarihinde var olan ve psikopatolojik durumlara ad olarak verilecek en büyük iki örnek şüphesizdir ki Marquis De Sade ve Sacher Masoch'tur.Bu iki yazarın aykırılığı onların bir şeyleri keşfetmelerinden değil ama bu aykırılıklarını sistematik bir şekilde ortaya koyan ilk kişiler olmalarındandır.
Bu kitap,temel olarak 3 bölümden oluşmaktadır.İlk ve uzun kısım Gilles Deleuze'nin sadizm ve mazoşizme dair son derece öğretici psikiyatrik, edebi ve felsefi çözümlemeleridir. Özellikle sadizm ve mazoşizmi birbirini tamamlayıcısı oldukları,mazoşistin kendisinin işkencecisine teslim etmiş,pasif,bir nesne olduğu gibi doğru bilinen yanlışları ortaya koyuyor.Zannedilenin aksine mazoşistin nesne değil;işkencecisini kendi seçen,yetiştiren ve onu bir sözleşmeyle bağlayan özne konumunda olması,"suçlu olanın babanın karşısında oğlun değil,oğlun içindeki baba"nın olması gibi çarpıcı saptamaları ile gerçek bir övgüyü hak ediyor Gilles Deleuze.
İkinci bölümde ise bizzat Sacher Masoch'un Kürklü Venüsü yer alıyor.Severin adlı karakterin nasıl aşık olduğu,sevdiği kadından nasıl bir "canavar"yarattığı,acının ve aşağılanmanın zirvesinden nasıl kendisine hazların "en büyüğünü"yaşattığının anlatıldığı bol bol mitolojik ve tarihsel olaylara gönderme yapılan başarılı bir romandır.
Üçüncü bölümde ise 3 ek var.İlkinde Sacher Masoch'un kendisindeki farklılığı ilk kez hissettiği bir çocukluk anısı anlatılıyor.İkinci ekte Sacher Masoch'un zamanında iki partneri ile yaptığı sözleşmeler yer alıyor.Üçüncü ekte ise Kürklü Venüse ilham veren eşi Wanda'nın anlatısı ile Masoch'un soylu bir erkekle mektuplaşması üzerine başlayan ve gittikçe gizemli bir hâl alan macerası anlatılıyor.
Son olarak diyebilirim ki;aykırı edebiyatı seven ya da farklı bir şeyler okuma ihtiyacı duyan herkese tavsiye ederim.
NOT:Kitap ile doğrudan bir alakası olmasa da mazohizme dair bir şeyler seyretmek isterseniz 'Piyano Öğretmeni' adlı filmi de listenize alabilirsiniz.
14 Şubat 2018 Çarşamba
DENİZ FENERİ,VIRGINIA WOOLF
DENİZ FENERİ,VIRGINIA WOOLF

Bazı yazarlar ve kitaplar vardır ki birer tabu hâline gelmişlerdir.Onları beğenmemek âdeta bir utanç kaynağı veya en hafifinden cahillik gibi algılanır.Bu aslında bir Dante sendromudur.Birçoğumuz Dante'nin İlahi Komedyasını büyük bir coşkuyla almış ama tabiri caizse cehennemin dibinden bir türlü arafa geçememişizdir.Ama nedense sırf zamanında birileri çok beğenmiş olduğu için hepimiz Dante'nin büyüklüğünden (tek kitaba indirgemek her ne kadar sakıncalı da olsa ) hiç şüphe etmeyiz.
Günümüz Dantelerinden biri de bence
V. Woolf'tur.Herkesin okuması ve beğenmesi gerektiğine inanılan V.Woolf,sosyal medyada tıpkı bir zamanlar Kürk Mantolu Madonna'nın fotoğraflarının moda olması gibi,seçkin olduğuna inanılmasını isteyenlerin popüler bir yanılsamasıdır.
Deniz Feneri belli bir olay örgüsü olmaksızın ağır ilerleyen bir roman.Bir bakış,bir söz üzerine neredeyse bütün karakterlerin iç sesleriyle konuştuğu yer yer '' bitse de artık kurtulsam'' diyebileceğiniz ağır,kasvetli ve kolayca kopabileceğiniz bir roman.
Başı ile sonu arasındaki mesafe insana bir kilometre imişçesine gelen uzunluktaki cümleler okuma hızınızı gayetle de düşürebilir.
Eğer birine 'edebi' bir 'işkence' yapmak isterseniz bu kitabı oku ve özetle demeniz yeterli.
SİS VE GECE,AHMET ÜMİT
SİS VE GECE,AHMET ÜMİT
En baştan belirteyim ki,''Türkler polisiye yazamıyor''kolaycılığına sapmak istemiyorum ama ne yazık ki yazamıyorlar.
Kitabın arka kapağında ''örgüt evlerine düzenlenen baskınlar ,yargısız infazlar,kayıtlara geçmemiş ölümler...Türkiye'nin yakın geçmişine insani bir bakış...''gibi bir şeyler yazdığını gördüğünüzde sanki siyasi bir roman okuyacağınızı zannediyorsunuz.Oysa evli bir MİT ajanının ayrıldığı yasak aşkını devlet imkânlarını kullanarak aradığı;vurguncu Şeref,Piç Neco,baba katili Cuma'nın mikro hikâyeleriyle zenginleştirilmeye çalışılmış sığ bir polisiye roman olduğunu göreceksiniz.
Ayrıca bu kitabın birinci tekil şahıs ağzıyla değil,üçüncü tekil şahıs ağzıyla yazılsaydı daha doğru olacağını düşünmekteyim.Zira olayların sıcağı sıcağına yaşandığı anlarda anlatıcının çok detaylı tasvirler yapması inandırıcılıktan uzak kalmasına neden oluyor.
Bir diğer husus da sanki Ahmet Ümit kitabını bitirdikten sonra bir üst-akıla "nasıl olmuş?" diye sormuş, o üst-akıl da "iyi, tamam da hiç cinsellik yok" demiş gibisinden bir izlenim uyandıran, özellikle 418. ve 419. sayfalardaki zoraki eklemlenmiş ( olmasa da olur tadındaki) anlatıcının karısıyla sevişmesi ve boşalmasına dair bölümler de son derece yersiz kaçmış.
Kısacası şezlongunuzda yorulmadan, kolayca okuyacağınız bir başka kitap, diyebilirim.
SOL AYAĞIM,CHRISTY BROWN
SOL AYAĞIM,CHRISTY BROWN
Çocuğuna olan inancını hiç kaybetmeyen,özverili bir annenin gayretleriyle,sadece sol ayağını kullanan(ki bu ayakla yazı yazan,resim çizen) Christy her ne kadar kendinden daha zor durumdaki insanları gördüğünde hâline şükreder gibi görünse de içten içe okuyucuya '' Sizinkiler de dert mi?'' diyor.
Azmin neler yapabileceğini(ki herkes için her zaman geçerli midir bilinmez)gösteren, ruhsal yalnızlığın fiziksel yetersizliklerden daha ağır olduğunu iliklerinize kadar hissettiren,iç karartıcı bir kitaptı benim için .
JULES VERNE,YÜZEN ŞEHİR
JULES VERNE,YÜZEN ŞEHİR
İnsanların görünüşlerinden anlatıcının onların kişiliklerine dair mutlak doğruluk derecesinde öngörülen çıkarması abartılı olmuş.
Çok kısa ve kuru bir hikâye, araya katılan bir sürü ve çoğu zaman da sıkıcı olan gemi adları,rota bilgileri,makine aksamları,yolculuk aksamaları gibi unsurlar aracılığıyla uzatılmış.
12 Ocak 2018 Cuma
KUYUCAKLI YUSUF/ Sabahattin ALİ
Bazı insanlar vardır ya mutluluğu bilmezler ya da başkalarının acılarını kendi acıları gibi yüreklerinde hissederler.Sabahattin Ali de bence onlardan biri.Kısa,çileli ve hazin sonu ile kendi hayatını başkalarının acılarını da taşıyarak geçirmiş, mutluluğu ya bilmemiş ya da yazmaya fırsat bulamadan katledilmiş.
Kuyucaklı Yusuf anne ve babası gözlerinin önünde eşkiyalarca katledilen bir çocuğun olayı soruşturmakla görevli bir kaymakam tarafından evlat edinilmesi ile başlıyor.Kaymakamın kızı ile kardeş gibi büyüyen ama kıza talipler (hem de bazıları kötü şöhretli)çıkınca kızı kaçıran, evlenen ama yoklukla sınanıp kötülük karşısında ezilen bir adamın hikâyesidir.
SAHİLDEKİ KULÜBE/ Sarah JİO
Edebî bir değeri olmayan, boş durmaktansa okunabilecek ya da en azından günün sonunda hiçbir şey okumadım diye vicdan azabı çekmenizi engelleyecek,kaybettiğinizde üzülmeyeceğiniz,arkadaşınıza verdiğinizde peşine düşmeyeceğiniz tam bir şezlong kitabı.
ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR / J. D. SALINGER
Onaltı yaşında beşinci farklı okulundan atılan bir ergenin,okuldan atılışına dair ailesine yazılan mektubun eve ulaşmasından önceki birkaç günlük macerasını anlatan bir romandır.Daha ilk sayfada beğenerek okuyacağınızı hissettiğiniz yüzünüzde hep bir tebessümle ve yer yer de kahkahalarla gülerek okuyacağınız keyifli bir kitap.
Anlatımındaki rahatlık, acımasız iç tahliller ve küfretmekten kaçınmayış gibi birtakım özellikleri ile Charles Bukowskyi anımsatıyor.
YKY malesef kitaba gereken özeni göstermemiş.Benim okuduğum 2015 yılına ait 42. baskı idi.Kitabın,benim bilmediğim özel bir nedeni yoksa eğer,kapak tasarımının yavanlığı(bomboş turuncu bir kapak),yazara dair hiçbir bilginin verilmeyişi,193-198 arasındaki sayfaların ikişer kez ve dağınık bir şekilde basılması tam da okumayı bitirmek olduğunuz bir sırada sinir bozucu oluyor.
HUZURSUZLUK / LİVANELİ
Kaç dile çevrilmiş, kaç ödül almış, kaç baskı yapmışlığı olsa da Livaneli'de hiç kurtulamadığı bir acemilik,bir yazar özentiliği var.Üç beş güzel cümle bulup tüm kitabı onlarla götürmeye çalışıyor.Başka kitaplarda altını çizdiği yerleri kendi romanına yamıyor. Bu romanında ise âdeta aldığı ödev gereğince yeni öğrendiği kelimeleri cümle içinde kullanan bir öğrenci misali,Livaneli Ezidiliğe dair öğrendiklerini okuyucuya ders verircesine tekrarlıyor.
Dikkatimi çeken diğer hususlar da şunlar;Darülzefaran gibi her gün yüzlerce insanın ziyaret ettiği bir mekânda aylarca önce kadın karakterin kaybettiği mendili yazardan önce niye hiç kimse bulamıyor ? Hüseyin gibi çokça rastlanan bir ismin yaklaşık üç buçuk milyon insanda olan Türkiye'nin en yaygın soyismi Yılmaz ile Mardin'de bir araya gelmesi çok zor bir iş midir ki de yazar ölen kişinin hemen kendi arkadaşı olduğunu anlıyor?Ayrıca Hüseyin'in ağabeyi ile arabada yapılan,doğal gözüktükçe yapay kaçan,sigara içmeme muhabbeti ile habire dejerenasyona örnek gösterilen 'Plaza İnsanı' arketipi de son derece eğreti duruyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)