13 Nisan 2019 Cumartesi

CHATTERTON / Peter ACKROYD




                     18. , 19. ve 20. yüzyıllarda geçen üç hikayenin üzerine kurgulanan bir romandır. İngiliz edebiyatında genç yaşında ve erken ölümüne rağmen önemli bir şair olan Chatterton, babasından kalan Orta Çağ belgelerinden yola çıkarak Thomas Rowley adlı uydurma bir keşişin ağzından şiirler yazar ve bir çocuk olarak bu işten para kazanır. Chatterton daha sonra Londra'ya "daha büyük bir balık olmak için" gider. İşleri yoluna koyamayınca da henüz on sekiz yaşındayken arsenik içerek intihar eder.


                    19. yüzyılda geçen hikayede ise Chatterton'ın kaldığı çatı katındaki ölümünü tasvir eden bir tablonun çizilmesi üzerinde duruluyor. Kendisi de şair olan George Meredith, ressam Wallis için modellik yapar. Karısını anlamaktan ve hatta mutsuz olduğunun farkına varmaktan çok uzak olan Meredith, karısı ile ressam arasındaki yakınlaşmayı bile göremez. Nihayetinde ise karısı tarafından ressam Wallis için terk edilir.


                    20. yüzyılda geçen ve "çatı hikaye" olarak değerlendirebileceğimiz üçüncü öyküde ise evli ve bir oğul babası olan tutunamamış şair Charles Wychwood, bir antikacıda rastladığı ve Chatterton'a ait olduğununa inandığı orta yaşlı bir adamın portresini bulur. Portreden yola çıkarak Chatterton'ın intiharının da tıpkı yarattığı keşiş Thomas Rowley gibi düzmece olduğuna inanır. Öyle ki, bulduğu eski ama sahte olduklarını bilmediği belgelere dayanarak birçok İngiliz şairine ait olduğu düşünülen şiirlerin sonradan Chatterton tarafından yazıldığına inanır.


                     Chatterton adlı bu roman yalnızca edebiyatta değil resim sanatında da yaşanan sahtekarlıkları başarılı bir şekilde işlemiş. İç içe geçen öykülerden ilk ikisi gerçek olaylara dayanırken çatı hikayede Chatterton'ın ölümüne farklı bir gerekçe gösterilmesi kitabın çözüm aşamasını oluşturuyor.


                     Türk okurun genel olarak yabancısı olduğu tarihi - edebi bir konusu olsa da sıkılmadan okunabilecek bir kitaptır, diyebilirim. 

MUHTEŞEM GATSBY / F. SCOTT FITZGERALD



                     Her insanın hayatını şekillendiren bir tutkusu vardır. Kiminikisi para, kimininkisi şehvet, kimininkisi güç, iktidar , ün ... Ve kimininkisi de aşktır. Bu sonuncu gruptakilerin tutkusu daha "insani" daha "kabul edilebilir" görünse de en çok acıyı çekecek olanlar da bunlardır.

                     Romanda beş yıl önce yaşadığı aşkın etkisinden kurtulamayan Jimmy Gatz adındaki fakir bir adamın adeta kendini yeniden yaratarak şaibeli bir servetin sahibi olduğu Jay Gatsby'e dönüşmesini görmekteyiz. Artık evli olan aşkının dikkatini çekebilmek için büyük ve bir o kadar da müsrifçe düzenlenmiş partiler veren Gatsby, nihayet amacına ulaşır. Yıllar sonra sevdiği kadının hayatına yeniden girer. Lakin olaylar beklenmeyen şekilde gelişir. Eski aşk, yıllarca hayali kurulan mutluluğu değil, hiç hesapta olmayan yeni sıkıntıları beraberinde getirir.

                     Kişisel olarak şunu dile getirebilirim ki; okurken hiç keyif almadım. 176 sayfalık bir kitap olmasına rağmen iki haftada bitirdiğimi göz önüne alırsanız, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

8 Şubat 2019 Cuma

FİLM LİSTESİ

                                                        FİLM LİSTESİ

Sıralama beğeni derecelendirmesi amacıyla yapılmamıştır. Aklıma geldiği sırayla yazdım. Mümkün olduğunca Hollywood'dan uzak durmaya çalıştım ve İspanya sinemasından seçtiklerimin çokluğunun farkındayım.


1) Gülün Adı  İtalya, Fransa, Almanya ortak yapımı

2) Küçük Küller / ABD

3) Postacı / İtalya

4) Potemkin Zırhlısı / SSCB

5) Dalgalar Prensi / ABD

6) Dolls / Japonya

7) İçinde Yaşadığım Deri / İspanya

8) Kelebeklerin Dili / İspanya

9) Viva Zapata / ABD

10) ZorbaABD - İngiltere - Yunanistan ortak yapımı 

11) Kötü Eğitim / İspanya

12) Cennetin Rengi / İran

13) Tabutta Rövaşata / Türkiye

14) Quills / ABD, İngiltere, Almanya

15) Kırmızı Sincap / İspanya

16) Olağan Şüpheler / ABD

17) Evlenmekten Korkuyorum / ABD

18) Cinayet Var / ABD

19) Sapık / ABD

20) Annem Hakkında Her Şey/ İspanya

21) Oxford Cinayetleri / İngiltere, İspanya

22) Çatı Katı / Belçika

23)Love Story / ABD

24) Kolya / Çek Cumhuriyeti

25) Paramparça Aşklar ve Köpekler / Meksika

26) Ceset / İspanya

27) A Time To Kill / ABD

28) Noce Blanche / Fransa

29) Agora / İspanya , İngiltere

30) Ekmek ve Çiçek / İran

31) 2001: A Space Odyssey  / ABD

32) A Good Woman / ABD

33) No God No Master / ABD

34) XXY / İspanya

35) Julia'nın Gözleri / İspanya

36) Görünmez Misafir / İspanya

37) Gözlerindeki Sır / Arjantin, İspanya

38) Kapan / İspanya

39) İngiliz Hasta / ABD, İngiltere

40) Hiroşima Sevgilim / Fransa

ÖNEMSİZ BİR KADIN / Oscar WILDE




             En başından söyleyeyim bu bir değerlendirme yazısı değil, 20. yüzyılın en büyük yazarlarından Oscar Wilde'a (ne dersem yeterli gelmeyecek) bir hayranlık alametidir. Kitlelerin ucuz beğenileri için değil, estetizmin ruhu ve sanatın hak ettiği değeri için yazan Wilde yine üstün zekası, keskin ironisi ve cesur söylemleriyle karşımıza çıkıyor. Her eserinde Wilde toplumsal yargı kalıplarını parçalayan, doğru ve ahlaki olarak dayatılan değerlerin içinin boşluğunu çoğu zaman birer antikahraman görünümündeki kişilere söyletiyor. Hatırlarsanız Dorian Gray'in Portresi'nde Lord Henry vardı. Önemsiz Bir Kadın'da ise Lord Illingworth toplumsal rollere, aşka, evliliğe kısacası hayata dair sarsıcı fikirleriyle karşımıza çıkıyor. Üstelik Önemsiz Bir Kadın'da Wilde, Lord Ilingworth'u yalnız bırakmamış, en az onun kadar ilginç ve sarsıcı Bayan Allonby karakteriyle de kadınların nasıl farklı düşünebileceğini göstermiş.

           Son olarak şunu da eklemek isterim ki, dört perdelik bu piyes(özellikle Lord Illingworth ve Bayan Allonby'nin diyalogları) son zamanlarda en çok alt çizdiğim kitap olmuştur.

PAL SOKAĞI ÇOCUKLARI/ Ferenc MOLLAR



          Budapeşte'de yaşları on ila on beş arasında değişen bir grup çocuğun neredeyse "vatan" olarak gördükleri ve "arsa" olarak adlandırdıkları oyun alanlarını Kızıl Gömlekliler adlı diğer çeteye kaptırmamak için giriştikleri mücadelesi anlatılıyor. 1900'lerin başındaki militarist yaşamdan aşırı derecede etkilenmiş çocukların (ya da yazarın) askercilik oyunu da diyebiliriz. Eğer orta okul yaşlarınızı geçtiyseniz okurken epey sıkılmanız muhtemeldir. Ama benim asıl bu çocuk romanına dair üzerinde durmak istediğim konu şu: kitabın kapağındaki fotoğraf. Romanın başında geçen bir olay, yıllar sonra heykeller dikilerek olayın geçtiği yerde canlandırılmış. Harika bir fikir. Kapak fotoğrafını gördüğümde neden aynısı bizim edebi eserlerimiz için de yapılmasın, diye düşündüm.

DANS EDEMEYECEKSEM BU BENİM DEVRİMİM DEĞİLDİR / Emma GOLDMAN




          Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir, anarşist ve feminist kimliğiyle ön plana çıkan ve 20. yüzyılın en büyük entelektüellerinden biri olan Emma Goldman'ın çeşitli kitap ve dergilerdeki makaleleri ile konuşmalarından oluşturulmuş bir seçkidir. Farklı konulara değinen bu makaleleri genel olarak özetlemek pek sağlıklı değilse de okurken aldığım bazı notları paylaşmak isterim.

      Goldman, kıskançlığı eş üzerine kurulan cinsellik tekeli ve eşin mülkiyetleştirilmesi olarak görüyor. Erkeğin davranışının doğal değil, öğrenilmiş bir hareket olduğunu savunuyor. Peki ya erkeği tarafından kıskanılan dişi hayvanlar? Onlar da "mülkiyet" fikrinin kurbanları mı?

        Goldman, yaşadığı dönem itibarıyla yeni sanayi toplumlarındaki ekonomik bağımsızlığını henüz kazanmamış kadınlar için yazmış. Şu anki modern, burjuva toplumlarında yani kadının ekonomik gücünün dolayısıyla da cinsel özgürlüğünün olduğu toplumlarda yazdıkları geçerliliğini korumuyor. Hayatta kalmak için vücudunu ya da güzelliğini sermaye olarak değerlendirmeyen kadınlar artık var. Belki her yerde ve çoğunlukta değiller ama var.

          Anarşist bir toplumda her şeyin yolunda olacağı, olası sorunların önüne geçileceği, insanlığın mevcut sıkıntılarının barışçıl yollarla çözüleceği gibi son derce iyimser bir tablo çiziliyor. Ama denenmemiş bir sistemin getireceği belki de daha önce üzerinde hiç düşünülmemiş yeni sorunlar ortaya çıkamaz mı? Tabi ki burada amacım bir ideolojiyi yargılamak ya da çürütmeye çalışmak değil ama anarşizm bir sihirli değnek mi? Dönüp baktığımızda tarih yeryüzüne cenneti indirmek isteyenlerin dünyayı daha da bir cehenneme çevirmeleriyle yeterince dolu değil mi?

                         

6 Şubat 2019 Çarşamba

MACBETH / SHEKESPEARE



                                                                                                                                                           
                 İskoçya soylularından Macbeth'in Norveç ile yapılan savaştan muzaffer olarak dönerken ormanda karşılaştığı üç cadının kehanetlerinden cesaret alarak amcasının oğlu olan İskoç kralını öldürüp yerine geçmesini anlatan bu piyeste; Macbeth'in hızlı yükselişini ve tahtını korumak için cinayetlerine her geçen gün yenilerini eklediğini görürüz.

                 Macbeth bir savaşçıdır. Savaşta her gün belki de onlarca insanı öldürür ama taht için öldürdüklerinin vicdan azabını çeker. Demek ki asıl mesele öldürme eyleminin kendisi değil, niçin öldürdüğünüzdür. Macbeth, daha yapmadan çekeceği azabın ağırlığını bilir ama yapmadan da duramaz. Sanki yazgısı ya da ihtirası onu bir toplu iğneyi çeken mıknatıs gibi iradesi dışında bir yerlere sürükler.

                 Tıpkı Venedik Taciri'nde olduğu gibi verilen sözlerin, yapılan antlaşmaların ya da bu eserde olduğu gibi söylenen kehanetlerin görünür halleri birer birer çürütülerek sonuca varılır. Örneğin "ormanın yürümesi" ya da "bir anadan doğan kimsenin Macbeth'i öldüremeyecek olması" gibi söylemlerin yalanlanmadan, adeta etrafından dolaşılarak boşa çıkarılması Kitabu'l Ezkiya'yı anımsatan kurnazlıklar olarak karşımıza çıkıyor.

                 İhtirasın iktidarı istediği, iktidarın şiddet ve kıyımı meşrulaştırdığı bir hikayedeki antikahramanın , Macbeth'in, serüveni kesinlikle okunmalı. Ayrıca kitabın Giriş ve Ön Sözünü yazan Cevza Sevgen'in verdiği bilgiler ve Sabahattin Eyüboğlu'nun çevirisi kitabı hakkıyla anlamakta önemli bir rol üstlenmiş.