9 Haziran 2018 Cumartesi

AĞIR ROMAN / METİN KAÇAN

                         AĞIR ROMAN  / METİN KAÇAN




                          Bazı kitaplar vardır tek solukta, tek yudumda okunur. Ağır Roman da işte onlardan biri. Bir yandan hemen bitirme isteği bir yandan hiç bitmesin isteği... Son zamanlarda Türk edebiyatından okuduğum en iyi kitaplardan biri.

                          Kendisine has bir sokak jargonuyla adeta Anthony Burgess'e parmak ısırtacak denli profesyonelce yazılmış bir eser desem çok da mübalağa etmiş olmam sanırım.

                          Toplumun her çeşit "öteki"lerinin yaşadığı, nekrofillilikten zoofililiğe, hırsızlıktan fuhuşa, dilendirilmek için kaçırılan çocukların uzuvlarının kesilmesine kadar her çeşit kötülüğün yaşandığı Kolera Sokağı'nda Kayseri'den gelmiş bir ailenin Gıli Gıli lakaplı Salih adlı oğulunun yaşamı anlatılıyor. Babasının berber dükkanında çıraklık yaparken evden kaçan, "bitirim"ler dünyasına girip hızla yükselen bu oje bağımlısı ergenin öyküsü  bence Türk yeraltı edebiyatının en iyi örneklerindendir.

SAVAŞ SANATI / SUN TSU


                         SAVAŞ SANATI / SUN TSU






                 Her ne kadar "savaş" ve "sanat" kavramlarını bir arada algılamakta zorlansam da, yaklaşık bin yıllık tarihi olan bu eserin yalnızca askerlikte değil; siyasette, iktisatta ve şirket yönetiminde referans bir niteliğe sahip olduğu bilinmektedir. Zira saydığım bütün bu alanlar hayatı bir çatışma sahası olarak görürler.

                 Sun Tsu, amacı ve bu amacı gerçekleştirmeye yarayan yolları (strateji ve taktikleri) bin yıl öncesinin teknolojik şartlarında yazmış olsa da insan doğasının temel sosyal güdülerini ve zaaflarını (açgözlülük, korkaklık gibi) dile getirdiği için eserinde önemini yitirmeyen tavsiyeleri sıkça görürüz. Yine de  okumam gereken bir kitap olduğu bilinciyle okuduğum ama okurken hiç keyif almadığım bir kitap olduğunu söyleyebilirim.

ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK / JOHN BOYNE

         ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK / JOHN BOYNE





                       Kendinizce birtakım doğrular, kalıplar bularak bunlara uymayan etnik kökenleri, dünya görüşlerini, cinsel yönelimleri toplum mühendisliği yaparak yok etmek... Faşizm... İnsan türünün icat ettiği en büyük kötülük.
              
                       II. Dünya Savaşı sürerken dokuz yaşındaki Bruno'nun ablası, annesi ve babasıyla çok sevdiği Berlin'den babasının bir toplama kampına kumandan olarak atanması ve Polonya'ya taşınmalarıyla başlayan bu hikaye bir çocuğun saflığıyla faşizmin vahşiliğini sergiliyor.

                       Ablasıyla geçinemeyen ve toplama kampı yakınındaki yeni evlerinde hiç arkadaşı olmayan Bruno, kendisiyle aynı gün doğmuş olan ve kamp tellerinin öte tarafında yer alan Shmuel ile arkadaş olur.

                       Yüreğiniz burkularak okuyacağınız bu hikayede yazar John Boyne okura bir çocuğun iyi niyet ve saflığı çerçevesinden dünyada olup biteni göstermeyi başarmış. Bu kitabı okurken aklıma Jaroslav Hasek'in Aslan Asker Şvayk adlı kitabı geldi. Orada da Hasek militarizmin açıklarını, mantıksızlığını I. Dünya Savaşı'nda askere alınan bir geri zekalının gözüyle bir hayli eğlenceli biçimde ortaya koyuyordu. Bazen "akıllı yetişkinler" olarak göremediklerimizi çocukların ya da aptalların gözünden görmek daha öğretici oluyor, sanırım. 

BİR ÇİFT YÜREK,MARLO MORGAN

              BİR ÇİFT YÜREK,MARLO MORGAN





                    Amerikalı bir doktor uzmanlığı olan önleyici tıp konusunda çalışmak için Avustralya'ya gider. Burada topluma bir türlü tutunamayan melez Aborjinlere yardımcı olur. Bu gönüllü çabası sonucu kendilerine "Gerçek İnsanlar" diyen ve hükümetçe henüz denetim altına alınamamış bir aborjin kabilesi tarafından bir geziye dahil edilir. Öyle ki bu gezi sırasında Avustralya zorlu çöl yaşamına rağmen yaya olarak bir baştan bir başa kat edilecektir.

                    Bir Çift Yürek genel olarak şehir hayatından ve tüketim kültüründen doğaya ve yalnızca ihtiyacın kadarını aldığın, tok gözlü, paylaşımcı bir hayata uyum sürecinin anlatıldığı bir kitaptır.


                    Kitap boyunca doğanın bir parçası olduğunu hiç unutmayan aborjinler ile varlık amacından sapmış, yozlaşmış "mutant" denilen beyaz insanın yaşam felsefeleri karşılaştırılmıştır.


                     Gerçek İnsanlar, doğu mistisizmindeki ya da tasavvuftaki vahdet-i vücuda benzer bir tanrısal bütünlüğe inanmaktadır. Öyle ki bu tanrısal bütünlük "birdir, saftır, sevgidir, enerjidir, sonsuzdur, yargılamayan ama niyet ve duyguları hissedendir." 


                      Maddi dünyadan kaçış, hırs, açgözlülük, bencillik gibi duygulardan arınma, doğayla mücadele eden değil doğayla uyum içerisinde yaşama hayalleri kuran kişilerin bu kitabı severek okuyacağına inanıyorum.

SİNEKLERİN TANRISI,WILLIAM GOLDING

                 SİNEKLERİN TANRISI,WILLIAM GOLDING


               " Güç yozlaşır. Mutlak güç mutlaka yozlaşır." Lord Acton'ın kendisine siyaset biliminde ün kazandıran bu özdeyişini kanıtlarcasına yazılmış bir roman, diyebilirim. Kontrolsüz ve sorumsuz bir gücün yapabileceklerinin, bir nükleer savaş sırasında altı ila on iki yaş arası bir grup çocuğun uçaklarının vurulması sonucu bir mercan adasına düşmeleri üzerinden anlatıldığı bir hikayedir. İki alfa karakterin (Ralph ve Jack) başını çektiği hiziplerin iktidar mücadelesinde Ralph çok fazla zekaya dayalı olmasa da sağduyunun; Jack ise zorbalığa varan yönetme isteğinin temsilcileridir. Bu çatışma ortamında Ralph'in en büyük dayanağı ve akıl hocası olan Domuzcuk ile ikizler ve geçirdiği krizler sonucu sıkça bayılan, mistik ögelere sahip Simon da yan karakterler olarak karşımıza çıkar.
         
               Yin Yang' ta olduğu gibi zıt tarafların kendi içlerinde diğerinin özelliklerini taşımasına benzer şekilde Jack ve Ralph'in iktidar savaşında tam bir iyi ya da haklı bulmak kolay olmayabilir. Ralph'in adadan kurtulma, medeniyete dönme çabasına karşılık Jack'in avcılığa dayalı hayatta kalma mücadelesi ortak bir paydada buluşamıyor. Herkesin kendisininkinin en iyisi olduğunu düşündüğü siyasal tercihlerin toplumsal çizgilerle sınırlandırılmadığında nasıl birer Leviathan'a dönüşeceğinin alegorik bir anlatısı olarak değerlendirilebilecek bu Soğuk Savaş dönemi  klasik eseri okumakta yarar var diyebilirim.